Seyahat

Artık dünyayı keşfetmek bana ütopik bir hedef gibi gelmiyor. 90 sonrası kuşağın yaşamı algılayışının değiştiğini ve dünyayı keşfetme tutkusunun, artık bir yaşam tarzına dönüştüğünü düşünüyorum. Bu tutku yaşadığımız hayattan kaçmak için değil bence, gerçekten de hayatı kaçırmamak için seyahat ediyoruz. Çünkü hiç bir şey fotoğrafta göründüğü gibi değil ve fark ediyor ki insan, yaşadığı kabuğun içinde kolay değişemiyor, bazen görmek, dokunmak, konuşmak gerekiyor… Eminim 5 yıl sonra hepimiz, okuduğu kitaplar, gezdiği ülkeler, tanıştığı insanlara göre yeniden şekilleneceğiz ve bu süreç kendisini hep tekrar edecek.

Tahminimce daha önceki yazılarımda bahsetmişimdir, bir havayolu şirketinde 10 ay gibi kısa bir süre çalışmıştım. Galiba o günleri, çok ucuza gezdiğim için özlüyorum 😊 Ama yine de size uçak bileti konusunda birkaç site tavsiyesi vermek istiyorum. Biliyorsunuz çalıştığım dönemde Benelux ülkelerinin pazar ve ücret analizi yapıyordum ve işimi kolaylaştırdığı için de ara ara Google Matrix (https://matrix.itasoftware.com) programına girip, rakip firmaların ücret kurallarını ve fiyatlarını takip ediyordum.  Ama bugün özellikle müşteri deneyimi açısından sizlere Google Flights tavsiye edeceğim:

Gelelim web sitesine, başlangıç noktanızı seçip, önümüzdeki 6 aylık döneme göre fiyat karşılaştırması yapabiliyorsunuz. Bu da bizi aynı işlemi birden fazla kez yapmaktan kurtarıyor. Sürekli destinasyon girip, dönem seçip, Search butonuna basmak yerine size daha geniş bir dönem aralığında en uygun fiyata birden fazla alternatif sunuyor. Hatta benzeri geliştirmeyi, Hotel, Araç kiralama için de yapmışlar. Bence Google bu konuda artık tatili size uçtan uca planlayacak gibi duruyor.  Dahası Google maps üzerinden tarihi yerleri arattığınızda size spesifik ziyaret edilmesi gereken yerleri de gösteriyor. Eğer Google, yemek konusu üzerine de çalışırlarsa benim hem gönlümü hem de midemi gerçekten de fethedecek. 😊



İkinci olarak önerebileceğim web sitesi ise www.momondo.com derim. Gitmek istediğin destinasyona bağlı olarak en uygun fiyatlı uçak biletlerini size bar chart olarak sunuyor. 😊 Bu siteye de sık girerim açıkçası…

Kendime Notlar:

Geçenlerde, yakın arkadaşım Bahattin, Süleyman ve nişanlısıyla beraber kahvaltıya gittik. Bağdat caddesinde yürürken kendime şu soruyu sordum. Burada güzel bir sitede otursam, gerçekten de mutlu olur muyum ? Kendimin, kendime cevabı, mutlu olur muyum bilmiyorum ama muhtemelen 3 ay sonra aynı şeyleri yapmaktan yine sıkılırım oldu. Bence mutluluk da, mutsuzluk da içimizde… Kısacası bu bir tercih. Benzetmem size garip gelebilir ama basitçe bu olay bilgisayar programı gibi, hangi ruh haline çift tıklarsanız o program içinizde çalışır… Tıpkı günün boş saatinde hangi müziği dinlediğiniz, hangi filmi izlediğiniz gibi… Velev ki bugün siz haklı olsaydınız refah seviyesinin en düşük olduğu hatta suyun bile olmadığı kurak topraklarda Orta Asya veya Afrika’nın bir çok köyünde dünyanın en mutsuz insanları yaşıyor olurdu. İnanın, insanoğlu her zaman bir şekilde ortam koşullarına ve zorluklarına alışıyor ve sonunda mutlu olmayı yine başarıyor.

Kısacası hayat bir şekilde hepimiz için akıp geçiyor, her şeyi elbette bir ömre sığdıramazsın ama sonunu düşünüp yine de hayatı yaşamaktan da vazgeçemezsin. Dolayısıyla gezin, görün hem kendinizi hem de başkalarına ait ön yargılarınızı kırın… Gün gelecek mutluluğun uzaklarda değil, içinizde olduğunu göreceksiniz. Yani onlarca ülke, onlarca yeni insan derken asıl tüm bu yolculukların sonunda kendi iç dünyanızı keşfedeceğinizi unutmayın.

Her şey gönlünüzce olsun. Bazen ön yargılar konuşmadan da zamanla kırılır. Siz doğru olun, doğru kalın yeter… Spinoza’nın da dediği gibi “Kalpler silahla değil, sevgi ve yüksek gönüllülükle yenilirler.” 😉

Beni tanıyanlar iyi bilir bir şeyi çok iyi anlatamam, umarım konuyu birbirine iyi bağlamışımdır 🙂 Ya da en kibar şekliyle, siz beni anladınız…

Özellikle yolda tek başınızayken dinlenebilecek güzel bir parça…

Gürkan.

İnovasyon Ortamı

Genelde insanlar inovasyon fikirlerini paylaşmaktan çekiniyorlar.Galiba ben de bu durum tersine işliyor, aksine blockchain mantığıyla tüm detaylarıyla anlatmayı, üzerine düşünmeyi daha çok seviyorum. Bence fikirlerin tartışılmasının, insanın hayal gücünü genişlettiğini düşünüyorum. Özellikle de inovatif bir fikir üzerine çalışırken şunu da yapalım, sonra bunu da ekleyelim diyen (1. Profil) insanlarla çalışmayı daha çok seviyorum. Tabii bir de “Yapamazsınız” diyen (2. Profil) bir guru var.  Aslında onlar da bu süreçte gerekliler ama en başında değiller. Dediğim gibi bu aşamada sadece hayal kuruyoruz… Genelde 2.Profil insanların hayal dünyasında bile mantık aradıklarına şahit olmuşumdur. Mesela tatile çıkıp, kamp kurmuşsunuz, tam hayal kurmalık bir yerdesiniz: Hayalindeki araba ne? diye bir soru sorsanız, size az yaksın diye “Megane” diyeceğine eminim. Yani hayal kuruyoruz değil mi, biraz daha lüks bir araç bekliyor insan: Jaguar, Land Lover… Sonuçta hayal kurmakta paralı değil ya… Özetle hayatımızda 2.Profil insanlar, soru sormasını seviyor, hayatını mantık çerçevesinde yaşıyor,  1.profil insanlar da hayal kurmasını ve anı yaşamasını seviyorlar. (Bu konuda fazla detay var ama ben baya genelleştirdim)

Disneyland, bu profillerin projenin doğru aşamalarında birarada olurlarsa, daha creative çalışabileceklerini keşfetmiş, bu günkü binalarını buna göre dizayn etmişler. Öyle ki Analistler ile Tasarımcılar, çalışıyorken hiç bir şekilde şirkette birbirlerini görmüyorlar. Taa ki tüm tasarımlar tamamlandıktan sonra şirketin sadece 1. Katında görüşebiliyorlarmış. Ben bunu şundan dolayı önemsiyorum, inovatif insanlar daha duygusal ve kırılgan insanlardır. Onun dışavurum şekli tasarımdır, fikirdir, müziktir yada bununla ilgili bir uğraştır. Siz onu ilk başta eleştirirseniz boğulur, o da yeni fikiler üretmeyi zamanla bırakır. Bunu genelde şirkete yeni başlayanlara da yapıyoruz. Tam iş süreçleri ile ilgili farklı bir bakış açısı katacakken tecrübeli arkadaşların tavırları sebebiyle, onları biraz içlerine kapanmasına sebep oluyoruz. O nedenle inovasyon için ortamlar hazırlarken, kim – kiminle çalışırsa daha üretken olduğunu analiz etmek daha faydalı olacaktır.

Benim de genelde her şirkette böyle bir arkadaşım oluyor. Aklıma bir fikir geldiğinde onu ararım bir fikrin gidebileceği yeri görürüm. Muhabbeti tahmin etmeniz zor değil: Onu da yapalım, bunu da ekleyelim, derken beyaz kağıda büyük resmi çizerim, sonra da analist arkadaşımı ararım, onunla da buna gerek yok, bunu çıkaralım, şunu neden yapıyorsunuz ki gibi yorucu sorularını cevaplarım 😊, sonra kocaman resim küçülerek üretilebilir hale dönüşmüştür. Bu kısmın yorucu olmasının asıl sebebi ülkemiz insanı maaesef eleştirmeyi bilmiyor. Herkes kendi alanında biraz fazla kibirli, herhalde saygı ve demokrasi kültürü biraz da yerleşmemiş olmasından kaynaklı, eleştiriler bazen objektiflikten uzak kişiselleştirilmiş çıkar ve önyargılarımız üzerine olduğunu düşünüyorum.  Dolayısıyla proje çalışmalarında 1. ve 2. Profil arkadaşlarınızı iyi seçmelisiniz.

Kısacası, inovasyon için ortam değişkenleri size yaratıcı yapmaz, yani insanları bir odaya kapatıp hadi inovasyon yapın demek abest… Nasıl bir süreçte kiminle daha yaratıcı fikirler üretiyorsanız onunla çalışmalısınız, bence bu daha önemli… Ama yine de en önemli ortam değişkeni nedir diye sorsanız size 4 şey söylerim: Sakin bir kafa, Kahve, Bir adet Beyaz Sayfa ve Tükenmez kalem, İşte bu kadar sade, göşterişsiz ve ucuzdur, İnovasyon ortamı yaratmak…

İnovasyon motivasyonunuzu canlı tutmak için en güzeli; düzenli yürüyüş yapmak, müzik aleti çalmak, kendinize küçük yazılar yazmak, çizgi film izlemek, karikatür okumak… Zaten inovasyon fikrinin kendinizi bulduğunuz bu hobiler ile uğraşıyorken gelmesi de muhtemel… Emin olun bir süre sonra bütün bunların hayatınıza yapacağı küçük dokunuşlar ile iç dünyanızın zenginleştiğine şahit olacaksınız ve sizin bakış açınıza yeni bir estetik kattığını göreceksiniz. Bu da sizin kült kalıplardan uzaklaşmanızı sağlayacak. Kısacası bu işi şirkette yapmak istiyorsanız, yukarıda saydığım motivasyon kültürünü de geliştirmeniz gerekiyor.

Hani derler ya kalbinizin sesini dinleyin diye, işte o sizin sabah erken kalktığınızda biraz daha uyu diyen, moraliniz düştüğünde sana, hadi yapabilirsin diye seslenen iç sesiniz oluyor: O bazen arkadaşınız, bazen sırdaşınız, bazen de hocanızdır… İşte içinizdeki o çocuğu keşfedin.

Ne zamandır müzik paylaşmadığımı fark ettim:

Gürkan.

Etme

Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme
Başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun etme

Ey ay felek harap olmuş, ziyan olmuş senin için
Bizi öyle harap, öyle ziyan ediyorsun etme

Ey makamı var ile yokun üstünde olan
Sen varlık sahasını terk ediyorsun etme

Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
Sen ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme

Şekerliğinin içinde zehir olsa dokunmaz bize
Sen zehri şeker, şekeri zehir ediyorsun etme

Harama bulaşan gözün güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen, hırsızlık ediyorsun etme

Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme

İsyan et, ey arkadaşım söz söyleyecek an değil
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme

Mevlana Celaleddin Rumi

Genel kategorisine gönderildi

Dikiz Aynası

Yolculuk ederken, arkadaşlar arası sohbet ederken, youtube da takılırken bazı konularda ince güzel düşüncelere kapılıyorum ama sonra unutuluyor gidiyor. Bugün en azından birkaçını yazmak istedim.

Güne müzikle başlayalım:

Let’s dive in the gutter,
Try to reach the sea.
Try to reach the sea,
In the gutter.
Let’s move to the living world.

Bu amatör klipte ilk defa Yann Tiersen yüzünü bu kadar net görebildim 😊

Kendi kendime yıllardır müziklerini dinlediğim Yann Tiersen’i yolda görsem tanımazmışım dedim 🙂 ama şundan eminim ki; bu müziği nerede duysam bu tınıyı, bu hissi bilirim.

Duyguların bence sınırı olmuyor. Onu ne kadar çok kelime ve farklı notalar ile anlatmaya çalışırsanız, sanki dinleyiciye vermek istediğiniz duygudan o kadar çok uzaklaştırıyorsunuz. Çünkü dinleyiciyi karmaşanın içine hapsedip, onu kısıtlıyorsunuz.

Yann Tiersen de sevdiğim en güzel şey bence müziğindeki sadeliktir. Notalar sanki aynı tekerlemenin içinde devam ediyor ve sadece müzikteki ritmin hızı değişiyor. O kadar yumuşak ki; kulağınızı tırmalamıyor, sadece kalbinize dokunuyor ve sizi yormuyor… Sözlerin içindeki gizemi çözemiyorsunuz belki ama rahatladığınızı hissediyorsunuz.

Çünkü biliyorum ki müziği hissediyorsunuz ve bence hissetmek zaten bilmektir…

Arabanın dikiz aynasından çıkardığım ders:

Sevdiğiniz bir şehre, kasabaya arabayla defalarca yolculuk etmiş olabilirsiniz ve hatta bir seferinde kaza da yapmış  da olabilirsiniz. Ama sırf kaza yaptınız diye oraya gitmekten vazgeçer misiniz ? Vazgeçmezsiniz… Bence geçmişinizde yaşadığınız acı tecrübelere çok fazla takılmamanız gerekiyor, evet dersinizi alın, hatta acı çekmeniz gerekiyor ise acınızı da çekin. Ama hatırlayacağınız şey o acı olmasın. Dersi hatırlamaya çalışın. Acıyı hatırlayıp, acıyı kafaya takarsanız, geçmişe takılıp kalırsınız. Arabaların ön ve dikiz aynalarını hatırlayın.  Arabaların ön camlarını, dikiz aynalarından daha büyük yapmalarının bir sebebi vardır. Sürekli arabanın dikiz aynasına bakarak ileriye gidebilir misin? Gidemezsin, sonunda mutlaka bir yere toslarsın. Önüne bak, arada sırada dikiz aynandan arkanı kontrol et, sonra oradan aldığın dersi hatırla ve sonunda tekrardan önüne bakmaya devam et. Ancak o zaman ileri gidebilirsin… Ancak o zaman, gitmeyi arzuladığın şehre, korkmadan, keyifle ulaşabilirsin…

Değineceğim başka bir konu daha vardı ama saat geç olmuş onu başka sefere anlatırız… 🙂

Kendinize iyi bakın.

Genel kategorisine gönderildi

Biz farklı Dünyanın (İş) İnsanlarıyız ?

Kurumsal şirketlerin organizasyonları günümüz ihtiyaçlarını çözmekte kilitlendiğini düşünmeye başladım. Özellikle veri bazlı iş yapan departmanları düşündüğümde, birbirlerini anlamakta zorlandıklarını düşünüyorum.

En basitiyle başlarsak ilk başta Business ve IT diye iki temel kümemiz olsun. İlk başlarda bu iki kümenin çalışanları yetkinlik olarak birbirlerine çok uzaktı, Örneğin Business kümede çalışan birisi en temel IT terimlerini bile bilmiyordu. Bu anlamda IT tarafı da sıkıntı yaşamıyor değildi, yapılan işler business’ın istediği gibi olmuyor ve hayal güçlerinin sınırlarını zorlayan talepler ile IT çalışanlarının sinir krizi geçirmesine sebep oluyordu. Business ekipler en kısa sürede Facebook gibi kallavi taleplerle gelirken, IT de onlara http://akrepnalan.com/ sitesi gibi iş çıkarıyordu.

Bu konuda ilk yakınlaşma IT tarafından geldi. 2000 yıllarının başında Business Analyst ilan sayısı bir anda arttı. İşte tam bu 2 kümenin dilini anlamak için mezun yetiştiren, Endüstri ve İşletme Mühendisliği mezunları o yıllarda aranan eleman olmaya başladılar. Artık yeni kümemiz aşağıdaki gibi oldu.

Aradaki kesişimi Business Analyst iyi bir şekilde doldurmuş, hem business talepleri analiz edip ihtiyaç doğrultusunda olgunlaştırmış hem de developer’ın anlayacağı formatta işi aktarmaya başlamıştır. Tam bu noktada Business kümede çalışanlar, IT nin bu cevabını karşılıksız bırakmaz ve İş Geliştirme Departmanlarını kurarlar. İş perspektifinde kendi ürünlerini, hem müşteri hem de IT dilinde geliştirmesine yardımcı olurlar. Tabi bu duruma IT çalışanları da çok sevinir. Ürün geliştirme bakış açısıyla bu organizasyon çok iyi çalışıyordu, taa ki 2018’li yıllara kadar,. İşin içine VERİ BİLİMİ girince sanki organizasyonda başa döndük. Ürün geliştirmedeki benzer kaosları bu sefer Veri tarafında yaşamaya başladık.

Data Analyst, Data Scientist, Growth Analyst gibi hem business hem de IT kümesinin kesişiminde yer alan ekipler bu iki kümeden birisini seçmek zorunda kalıyor. Business kümede kalırsa veri tarafındaki gücünü kaybetmeye başlıyor, IT tarafına geçtiğinde veri tarafını bilse de iş bilgisi zayıf olduğundan çözüm üretemiyor, analizleri basit kalıyor. Bugün birçok kurumsal şirketin hem business hem de IT kümesinde veri analizi ve model yapan departmanlarını görüyoruz. Tabi şunu da eklemekte fayda var, online kurs ve bootcamplar ile Business kümede çalışanlar artık eskisi gibi IT tarafına çok uzak değiller, onlar da SQL, PYTHON, BI Araçlarını etkin bir şekilde kullanmaya başladılar.

Bu sefer yeni grafiğimiz yukarıdaki gibi olmaya başladı. İhtiyaçlar bu iki kümeyi birbirine daha fazla yakınlaştırdı. Hem ürün, hem veri tarafı bu iki kümenin birbirleriyle olan bağını güçlendirdi. Galiba organizasyonda singular forma doğru gidiyoruz. Tam aşağıdaki gibi olmasa da ileride IT ve Business gibi 2 olgun kümeden birbirine benzeyen yüzlerce küçük bebek kümeler görebiliriz.

Teknik ve akademik bir dille anlatmadım konuyu ama Veri Bilimi şirketlerin organizyonlarına pek uymadı, umarım organizasyonda kendisini daha güçlü bir dille ifade edebileceği bir yer bulur.

Kendinize İyi Bakın…

Genel kategorisine gönderildi

Corona Sonrası

Galiba corona bitti ya da biz onun farkında olduğumuz için mi vardı. 2020’li yılların kıyafet modası gibi artık kimsenin ilgisini çekmiyor mu ? Peki bugün savaşı konuşanlar, yarın konuşmaları bittiğinde savaş bitmiş mi olacak ? Yoksa izlemekten sıkılan insanlar, zevk vermediği için kafasını meşgul edecek yeni bir gündem mi bulacak ?

Bugün en çok 2 şeyi özledim. Birincisi farklı ülkeleri gezmeyi özledim… Sabahın ilk ışığında yollara düşmesini, o soğuk havayı içime çekip, ilk nefeste tüylerimin diken diken olmasını, şehrin merkezinde herkesin bildiği, ama sadece benim bilmediğim o sokak lezzetlerinin izini sürmesini, yabancı birisine adres sormasını, bize ait olmayan tarihi bir başkasının ağzından dinlemesini özledim. Bunun yaşattığı heyecanı özledim. Tahmin edersiniz ki böyle bir insanı eve kapatırsanız o da boş zamanlarında, dünyanın farklı noktalarından seyahatine devam eden bir gezginin amatör kamerasından eşlik ederek, kendi yolculuğuna devam eder. Arkadaşlıklar da böyle değil midir ? Ama yakın ama uzak birbirimizin hayatına misafir olmuyor muyuz ?

Özlem duyduğum 2. şey ise samimiyet. Bence bugünün asıl problemi bu olabilir… Mesela Youtuber’ların dili, içerikleri sanki aynı ailenin evladı gibi birbirlerine çok benzemiyor mu ? Sahte içerikler, sahte cümleler, mükemmel dostluklar, mükemmel lezzetler, birbirini taklit eden yolculuklar… Çok izlenen bir gezgin hangi diyarda ise; 10 gün sonra bir diğerini de benzer bir içerikle aynı ülkenin yollarına düşmüş görmüyor muyuz ?

O nedenle son zamanlarda 3-5K takipçisi olan gezginleri tercih ediyorum. Çünkü onlar sizinle konuşuyor, bir başkası olmaya çalışmıyor ve bunu sizin için değil, daha çok kendilerine bir anı kalsın diye yapıyorlar. Ben bu doğallığı ve samimiyeti özledim. Hem yaşadığım gerçek dünyada, hem de izlediğim sanal dünyada ….

Güzel bir müzikten kesitler

Kendinize iyi bakın.

Genel kategorisine gönderildi

İnsan Neden Gitmeli ve de Neden Geri Dönmeli ?

Bazen evde çalışırken, arkada bir fon müzik yerine; finans yada gündemi özetleyen podcastleri daha çok seviyor ve dinliyorum. Bir gün yine arka fonda Cüneyt’i dinlerken 🙂 birebir aynı düşünce ve örneklerde gezindiğimizi farkettim.

Bir insan neden gitmeli sonra da neden geri dönmesi gerektiğini çok güzel özetlemiş bence. Belki gitmek için kişisel sebeplerin dahasını ekleyebiliriz ama dönmek için hepimizin sebebi hep aynı oluyor. Müsait vaktinizde benim gibiler için dinlemenizi yada izlemenizi tavsiye ederim.

Kalvis’in de dediği gibi: “Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz de bulamazsın. Bu şehir arkandan gelecektir. Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın…” Aynen öyle… Bu şehir yine arkamızdan geliyor. Bazen yakamızdan tutuyor, bazen elimizden tutuyor bazen de kolumuza giriyor, ve biz de onunla yaşıyoruz bir şekilde…

Kalın sağlıcakla…

Genel kategorisine gönderildi

Yol Şarkıları

Bazen söze girmek, denize girmek kadar zordur. Çünkü sözün derinliğini ölçemezsiniz. O sözün nereye varacağını, içinde neler saklı olduğunu göremez ve bilemezsiniz.

Genel kategorisine gönderildi

OUTRO

Uykuya geçmeden önce düşündürüren güzel bir parça…. En azından motive eden bir tarafı benim için… Uykuya geçmeden önce yeni mezun halimi hatırlıyorum da hep inovasyon – yarışma vs. kovalardım. Zamanla anladım ki hayat enerjimin artık başka hedeflere evriliyor. İleriki bir kaç yıl ki motivasyon kaynağım çok büyük ihtimalle uluslararası sempozyum ve üniversitelere konuşmacı olarak katılmak… Bu deri atma ya da kor olmaya geçiş dönemi… Galiba mesleki olgunlaşma dönemine girmeye başladım. Okuyanlarınız hatırlar muhtemelen “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” kitabında da İlber hoca tam da bu konunun altını çiziyordu, insanın 30 lu yaşları yaklaştığında alacağını almış artık vermeye başlamalı diyordu… Mozart, Leibniz gibi bir çok sanat/bilim adamı en büyük eserlerini hep 30 lu yaşlarında vermişlerdir. Bu günlerde üzerine çalıştığım proje için ben de neden olmasın diyorum… Hadii harekete geçme zamanı…
İyi geceler diyorum kendime 😉
Lifelong Learner

Genel kategorisine gönderildi

Zamana Serpilmiş Yapboz

Yaşam ve ölüm arasında insanların en çok anlamlandırmaya çalıştıkları kavramın aşk olduğunu düşünüyorum. Onu yüzyıllar boyunca öyle yüceltmişler, onu kanıtlamak için o kadar çok çaba göstermişler ki bence bu onu gereğinden fazla şişirmiş ve anlamsızlaştırmış. Hatta çoğu zaman onu ifade eden kelimelere bile taşıyabileceklerinden fazla anlamlar yüklemişler.

Sanırım benim ise onu çoğu insandan daha farklı bir algılayışım var. Çoğu insanın düşündüğünün tersine bence aşk hafiftir, seni hafif hissettirir. Asla yoğun ve ani bir duygu değildir. Zamana yayılmış bir yapboz gibidir aslında, sen zamanla etraftan parçalarını toplayıp onu bir bütün haline getirmeye çalışırsın.

Bu, şuan için bir bakış, yarın ufaktan bir gülümsemesi, başka bir gün saçını düzeltmesi olabilir. Ya da kokusu, gözlerindeki ışıltısı, sizi her zaman şaşırtacak oluşu, herhangi bir işi yaparkenki konsantre olmuş hali, sizinle buluştuğunda sokağın karşısından gözlerinizi gözlerinize dikip gülümseyerek adımlarını hızlandırışı, yaşamı algılayışı, dokunuşu… Yani yes every little thing she does is magic…İşte bunun gibi onu oluşturan ufacık anlardır, belki de saniyenin binde biri büyüklüğünde…. İşte tüm bu anlar bir araya geldiğinde anlamlı bir bütünü, adeta canlı bir organizmayı oluştururlar. Bu yapbozun en güzel yanı ise, eğer doğru anları yakalayabiliyorsan bu yapbozun hiçbir zaman tamamlanmayacağını biliyor olmamızdır…

Ne var ki bu yapbozu çözmeye çalışırken geçen süreçte insan bambaşka bir şeyi daha keşfeder; Kendini… Karşınızdaki insanın da senle aynı süreçten geçtiğini anladığımızda ise aslında onun da kendini keşfetmekte olduğunu farkederiz. Bu tıpkı çocukken çevremizdeki çocuklarla birlikte büyümenizi keşfetmemize benzer, aynı keşfetme sürecini paylaşmanın verdiği heyecanı yeniden yaşatır belki de.

Aslında bence onu oluşturan temel madde de sürekli devam eden bu keşfetme sürecidir. İşte bu yüzden bence aşk tek başına bir duygu değildir, zamanın arasına serpilmiş hisli yapboz parçalarıdır. Adeta zamanın içinde bir yolculuktur. Bazen çocukken sokakta oynadığın bir oyun, bazen kitabın içinde geçen isimsiz bir karakter, dinlediğin şarkıda bir söz, bazen de kahvaltıda çay ve şekerdir. Kısacası parçaları tamamladıkça daha çok keyif alacağın, öğreneceğin ve seveceğin keyifli bir yolculuktur…

Genel kategorisine gönderildi