Ben…

Son zamanlarda neredesin sen???

Genel yoğunluk diyelim 🙂

Önce yeniden öğrenci olduğumun haberini vereyim.  Güzel bir duygu yeniden öğrenci olmak ama lisanstaki gibi değil takibiki de. Genelde böyledir ya ikinci kez tekrarladığınız şeyden aldığınız haz hep daha azdır. Benim içinde biraz öyle oldu galiba. Bunu iktisattaki Azalan Verimler Kanuna göre de açıklayabilirim ama o kadar akademik bir yazı olmasını istemiyorum. Lisanstan farkı ne derseniz. İlk olarak artık 2 yıl iş deneyimim var. Derslerde aldığın ve alacağın teorik eğitimin neresinin daha önemli olduğunu ve olacağını kestirebiliyorsun. Anlatılan bir konuda artık senin için de güncel hayattan paylaşabileceğinbca1fdae051ec392a8742d5f27796bc6_400x400 bir tecrübe ve deneyiminin olması bence çok daha önemlisi. Diğer fark ise özel bir üniversite olması.Bunca yıldır Devlet okulları ve üniversitelerinde dirsek çürüten ben ilk kez özel bir üniversitedeydim. Farklı bir ortam yani. Ders bitiminde toplu ulaşım yerine herkesin kendi arabasına binip, konvoy halinde gitmesinden tut da, öğrenci işlerine kadar herkesin ingilizce konuşabildiği bir ortamın olması biraz garip geldi. Kayıttan sonra tatile gitmiştim. Ders kaydını yapmayı unutmuşum ders kayıt işleminin bitimine 1 saat kala hemen aranıp bu durumu bana bildirdiler. Dersi seçemeyecek durumda olduğumu anlattım, onlar da benim adıma gerekli dersleri seçmişler. Bu iyiliği devlet üniversitelerini geçin, anneniz babanız bile yapmaz 😀 Sınavlara gelince öğrenci profili biraz yüksek, umarım çan uygulanmaz  😛 Düşünsene büyük firmaların muhasebe ve finansal denetimini yapan 10 numara gözlüklü hintli adamlar ile aynı çan’a tabi tutuluyorsun. Biraz acımasızca değil mi ? 🙂

DCIM130GOPRO

Gelelim Tatile… Bu yaz farklı bir tatil yaptım diyebilirim. Doğadayız ekibi ile Fethiye de 54 kişilik kamp programına gittim. Her güne bir tane aktivititesi olan güzel eğlenceli bir programdı. Sabah 07:30’ta kalkıp kahvaltı yapıp, akşam 5’e kadar full aktiviteler içinde geçti. Tekne Turları, Rafting,Yamaç Paraşütü, Scuba Diving, Çamur Banyosu, Safari vs.  Doğayla o kadar iç içe ve aktif bir tatil geçiyorsunuz ki cep telefonuna bir sabah, bir de akşam bakabiliyorsunuz. Ülke gündemine 1 hafta ara veriyorsunuz ve en önemlisi de tüm yılın stresini bırakıyorsunuz. Hatta tatil dönüşü iş yerindeki bilgisayarımın şifresini dahi hatırlamıyordum.  Şimdilerde ise Forestanbul etkinliğine gitme arifesindeyim 🙂 Evlenmeden önceki bucket listesine mutlaka ekleyin derim.

100tam_bugday

Bugün marketing dersinde reklam tadında bir case çözdük. Uluslararası bir firmadan üst düzey olarak çalışan birisi geldi. Önce “Before the internet” üzerine paylaşımlarda bulundu sonra da case olarak “240 derece” adlı fırın işletmesinin konsepti üzerine yeni iletişim kanalları ve pazarlama stratejilerini geliştirilmesini istedi. Ulenn altı üstü bir ekmek amma abarttın diyebilirsin. Fakat adamlar hakikaten işin ambalajını güzelleştirmişler (İsteyen: http://www.240derece.com bakabilir) Bana Nöromarketing ve Pizza adlı  yazımı hatırlattı. Evet sundukları biraz niş özel bir pazar ;fakat kaliteli ve iyi bir ekmek herkesin hakkı deyip mass olmasa da ürünü farklılaştırılıp biraz daha büyük kitleye hitap edebilirler diye düşünüyorum. Hangi segmente bakarsanız bakın, kitle büyüse de küçülse de damak tadımız sıcak ekmek diyor bence. 2 kişilik gramajlı, 5’li veya 10’lu vs , dondurulmuş ekmek hamur paketleri satılabilir. Kendi fırınınızda özel olarak yoğurulmuş mayalı ekmeği insanlar kendileri de pişirip yapabilmeli diye düşünüyorum. Hatta hafta sonları pazar kahvaltılarında da bu ekmeğin yeri ayrı olur diye düşünüyorum 🙂 Bunu pizzacılar bile düşünmeli… Sattıkları şey ekmek hamurundan çokta farklı değil zaten 🙂 ( 30 dk da resimdeki sıcak ekmek için verebileceğiniz intrinsic value sizce de normal bir ekmekten daha yüksek değil midir? )

Alışveriş Arabası – Müşteri Deneyimi

20. yy başlarında otomobil ve ev tipi soğutucuların piyasada belirmesiyle birlikte, süpermarket sahipleri bir sorunun farkına vardılar; Taşıma problemi”. Müşteriler, tek seferde daha fazla yiyecek almak istiyordu, ama bunları kucaklarında taşıyarak mağazayı gezmeleri oldukça zordu. Günümüzde çözüm gayet basit… Ama 1930’lardan önce, dükkanlarda müşterilerin sepetle dolaşmalarını sağlamaktan başka yapabilecek bir şey yok gibi görünüyordu.

1930’ların başlarında, market arabasına benzer bir çok tasarım denendiyse de, 1937’de Amerikalı işadamı Sylvan Goldman‘ın tasarladığı katlanabilir market arabasına kadar kayda değer bir gelişme yaşanmadığını söylemek yanlış olmaz. Goldman, küçük çocukları olan annelerin, o dönem dükkanlarda kullanılmakta olan küçük sepetlerle çok zorlandıklarını fark etti. Goldman, bu problemi çözmek için, mağazayı dolaşarak sepeti dolu müşterilerin sepetlerini taşımaya yardım edecek görevliler işe aldı.

Bu çözüm pek etkili olmadı.

Birden, herkes marketlerde ürün taşımayı kolaylaştıracak yollar üzerinde çalışmaya başladı. Tekerlekli sepetlerin yararlı olacağı konusunda herkes hemfikirdi. Her yenilikte olduğu gibi, ortaya bazısı harika, bazısı rezil-berbat 😀 yüzlerce tasarım prototipi çıktı…Tasarımların birçoğunda göze çarpan hata, alışveriş arabalarının çok yer kaplamasıydı. Dolayısıyla da kullanımları için, daha geniş park alanlarına gerek vardı.

Goldman’nın tasarımı, alışveriş arabalarının saklanmasını kolaylaştırıyordu. 4 Haziran 1937’de reklam kampanyası ile mağazanın açılışını yaptı. Reklam filminde bir kadın alışveriş sepetini taşımakta zorluk çekiyordu ve şöyle diyordu: Bu yeni! Bu sansasyonel! Artık sepet taşımaya son!”.Ancak reklamda alışveriş arabası gösterilmiyordu. Müşterilerin nasıl bir şey olduğunu görmeleri için Goldman’nın dükkanlarına gelmeleri gerekiyordu.

Goldman’ın alışveriş arabaları hemen popüler olmadı. Ona göre erkek müşteriler, erkeklik gururunu yenemedikleri için arabayı kullanmayı reddediyorlardı (Erkekler, kendilerini alışveriş sepetlerini taşıyacak kadar güçlü görüyorlar, arabaya ihtiyaçlarının olduğunu düşünmüyorlardı 😀 ). Kadınlara göre ise market arabası denen şey, bebek arabasından farksızdı. Dolayısıyla pek de işlerini kolaylaştırmıyordu. Ama Goldman bu problemi de hızlıca halletti. Öncelikle kadınlardan ve maço görünümlü erkeklerden oluşan bir ekibi işe aldı ve onlardan tüm gün mağazasında yeni alışveriş arabasıyla gezmelerini istedi. 

Bütün bunlar işe yaradı ve yıllarca çalışsa bile ancak yetiştirebileceği kadar çok sipariş aldı. Aynı zamanda, market arabaları dükkanlarına daha çok müşteri gelmesini de sağlıyordu. Çünkü, müşteriler bir seferde, öncesine kıyasla daha çok şey alabiliyorlardı  (Yöntem basit: Problemin belirlenmesi, Tasarım, Pozitif Müşteri deneyimi ve Kar)

Sonuç:
Tarihte ilk alışveriş arabasını Goldman yapmadı, ilk arama motorunu da Google yapmadı. Ama her biri kendi dönemlerinin müşteri ihtiyaçlarını iyi analiz ettiler ve deneyimleyecek müşteriler için en mükemmel çözümü ürettiler. (Google’un daha iyi sonuç getiren Spiders algoritması, Goldman portatif daha az yer kaplayan alışveriş arabası…) Bilirsiniz en iyi öğretmen sadece konuyu en iyi bilen değil, aynı zamanda en iyi anlatabilendir. Sizin tasarımınız sadece müşterinin sorununu çözmemeli, aynı zamanda pazardaki alternatiflerinden daha etkili müşteri deneyimi sunmalıdır. Örneğin bugün İnternet Bankacılığı, geleneksel şubenin yerini almışsa geleneksel şubeden daha hızlı ve kullanışlı olmasındandır. Dolayısıyla sizin bundan sonraki yeni ürününüz, İnternet bankacılığından daha hızlı, daha güvenilir ve daha müşteri odaklı olmak zorundadır. Tersi başarısız olur. Ogilvy dediği gibi: Tüketici moron değildir; karınızdır. Herhangi bir şeyi satın almak için onu sade bir slogan ve bir kaç sıkıcı görselin ikna ettiğini zannetmek, onun zekasını aşağılamaktır.”  (Yayın yasağından dolayı örneğime devam etmiyorum 😉 )

roller-basket_zpsz29hwkzu

Pizza – Nöromarketing

1989 yılında Türkiye de ilk pizza dükkanı açılır ve uzun sürmeden de kapanır. O yıllarda insanlar aşık olduğunda Cengiz Kurtoğlunu dinleyen, karnı acıktığında annesinin yaptığı yemeği yiyen, Almancılar da olmasa sabah kahvaltısında nescafe içildiğini bilmeyen, Burger zincirlerini karnını doyurmak için değil de amerikani ortamı görmek için giden bir toplumduk. Kısacası, döner lahmacun var iken neden salçalı ekmek (pizza) yiyecektik ki?

Pazarlama = Hikaye !

1991 yılında Murakami-Wolf-Swenson Productions’ın ürettiği bir çizgi film dünyada büyük ilgi görür. Yapımcı şirket Türkiye’deki bir özel kanala bu çizgi filmi teklif eder. Kanal şaşkındır, fiyat gerçekten olması gerekenin %10’udur. Adeta kapandaki peynir gibi duran bu teklifi kaçırmaz özel kanal.Yayınlanmaya başlar. Çizgi film Türkiye’de de çok tutulur. Oyuncakları, rozetleri, kartpostalları, defterleri ve kitap kapları ile müthiş bir pazarlama da beraberinde gelir.

1994 yılına gelindiğinde çizgi film dizisi milyonlarca çocuğu ve genci etkisi altına almıştır. Bu çocuklar tuhaf  bir biçimde annelerinden pizza pişirmesini istemeye başlar. 😀 Türk anneleri pizzayı nasıl yapacağını bilmez. Talep gitgide artar. Derken artan talebi karşılamak için pizza zinciri dükkanları  Türk annelerinin imdadına yetişir yeniden aktif hale gelir.

Bugün o jenerasyon, akşam eve vardığında yemek yapmak yerine hızlı, doyurucu ve pratik yemekleri daha çok seviyor ve  tercih ediyor…Bugün reklamını sıkça gördüğümüz pizza markası Türkiye’de ayda 7 milyondan fazla pizza satıyor.

Televizyonlar, Bilgisayarlar, İnternet, Cep telefonları, bizi birbirimize kolay ve hızlı ulaştıran her şey…. Kültürel değişimimizi hızlandırdı… Siyasetçilerin tek millet, tek devlet söylemleri bir yere, ülke sınırlarını kaldıran Teknoloji , dünyanın hakim ideolojisi ve bayrağı altında bizleri topluyor ve istediği yönde örgütleyebiliyor.

Şuan sigaranın karizmatik ve erkeksi bir havası var ise Marlboro reklamındaki Kovboya, her sabah işe giderken bir elimizde kahve, diğer elimizde pahalı ve lüks Apple ürünleri alıyor/taşıyor isek Amerikan filmlerine borçlu değil miyiz.

….
Off yoruldum. Akşam Akşam Salçalı ekmek(pizza) mi söylesem ne ?? 😛 (Neredeydi şunun telefonu ) Menüye bakarken fark ettim, Pizza yuvarlak olur dikdörtgen değil. Çünkü pizza genelde 3-4 kişiyle beraber yenir ve yuvarlak şeklin herkesi kucaklayan, lezzete davet eden bir mesajı vardır.  😉

Hızlı ve sıcak servisi olan Köy ekmeği, peynir, tereyağ, reçel hizmeti olsa abonesi olurum 🙂 Hem de akılda kalıcı pazarlama hikayesine de gerek yok. Ne dersiniz, salçalı ekmeğin (pizza) yerini almaz mı?

(Kaynak: Ömer Ekinci /Star Gazetesi)

Kendime Aşı – Admind

Her ne kadar bir yerde çalışıyor da olsam, her ay üniversite yarışmalarını kovalayıp, katılıp kendimi tatmin ettiğim doğrudur. 🙂 Mart ayında katıldığım proje yarışması Admind…. Her yarışmanın sonucu ne olursa olsun banaADMind-130X130 bir şeyler katıyor. Genel de size sorarlar ne öğrendin. Bana sorarsanız ne öğrendin sorusu çok deterministik yaklaşımla sorulmuş bir soru. Böyle bir soruya 542 ATP enerji harcayıp, zaman serilerinde belli bir kaç istastistik test yapıp, bu işten kazancım haftalık 800 TL deyip bu kazandığım parayı da Nutella ya yatırıp kaybettiğim enerjiyi fazlasıyla geri kazandım demek isterim. Ama  öğrendiğimiz şeylerin bazen böyle bir açıklaması olmayabiliyor. Tıpkı pazarlama üzerine bir proje geliştirmek gibi müşteri üzerindeki sosyal kazanımlarınızın sayısallaştırmaya çalışmak gibi….bunları açık bir şekilde sunmanız imkansızdır 🙂 Yani başka bir deyişle, proje çalışmalarınızın illaki size kazandırdıklarının sayısal yada makul anlatılabilir bir karşılığı olmak zorunda değil. Çünkü sosyal – manevi kazanımlarınız, proje yönetim becerilerinizin gelişmesi, insanlarla olan çatışmayı yönetebilme beceriniz, yeni arkadaşlıklar, sunum vs bunların hiç biri anlatılamaz…. Sadece deneyerek öğrenebileceğiniz,  başarınızın %50 sini oluşturan sayısal olmayan ve sizi hayatta en tepeye çıkaran davranışsal taraflarınızdır. Bunun için katıldığım her proje de farklı farklı arkadaşlarla çalışmaya çalışıyorum. Admind da bunlardan birisi….

Admind İTÜ nün düzenlediği reklam ve pazarlama yarışmasıdır.  350-400 grubun yarıştığı , ilk 8’e kalıp haksız bir şekilde ilk 3 e giremediğimiz bir yarışmadır 🙂 (Lafımı esirgemem) Dur Kızma…. Mesele sorunu analiz edip Pazarlama üzerine bir çok teknik kullanıp problemi çözmekti. Ama şunu unutmuşum karşınızdaki eğer kurumsal iletişim departmanından bir jüri ise sizin önemle altını çizerek vurguladığınız konulara anlamsız bakışlar içinde baka kalıp soru sormaya bile aciz kalabilir.  En azından Pazarlama öğretilerine hakim bir jüri üyesi beklerdim. Çünkü önemli sonuçların bize bir şeyler anlattığı kadar size de çok şey anlatmasını umardım. En basitinden….

Mesela:  Casper dediğimizde aklınıza ilk ne geliyor diye sorduk?

Bilgisayar (+) 52 %46
Sevimli Hayalet (-) 44 %39
Kolay Bozulabilen (-) 7 %6,2
Güven (+) 5 %4,4
Diğerleri (-) 4 %3,5

Head&Shoulder dediğimiz de aklınıza ilk ne geliyor dedik ?

Şampuan (+) 62 %55
Kepek (+) 24 %21
Rahat Saç (+) 13 %11
Mehmet Günsur (+) 9 %8
David Bechkham (+) 4 %3,5

Head&Soulder ingilizce bir kelime olmasına rağmen kimse baş ve omuzlar dememiştir aksine insanların tamamı reklamın etkisinde oluşturulan algıya göre cevap vermiştir. Yani algılar beynimizin F5 bölgesinde duyusal nöronlarımızın ve sağ lobumuzun bizlere oynadığı oyunlar….  Oysa Casper marka algısı, hedef kitlesine göre olumsuz sonucu anket verilene göre de ispatlanmıştır.  Sadece ürün odaklı pazarlama stratejisinin başarısız olacağı açıktır eğer ki dünyayı değiştirecek bir ürün değilse …. Üzgünüm Juri hanım, Kral Çıplak… Çok şey söylerdim 50 syf rapordan ama amacım ders vermek değil….

İleride size marka danışmanlığı vereceğim ama bu sefer fiş keserim….(Şaka Yapmıyorum)

Reklam – Kolaj Çalışmam:

Manevi kazanımlara devam 😉

Aç kal budala kal….

Morning, sunrise

İşte Reklam bu’dur

İşte bizden bir reklam…. Can sıkmayan biraz tebessüm ettiren güzel bir reklam… Anneler günü için teknosa tarafından hazırlanmış..
Peki; reklamlar neden can sıkıcıdır! Bence can sıkıcı olmak zorunda değil ama ülkemizde maalesef öyle … çünkü; filminizin yada dizinizin en tatlı yerinde, tam ortasında gereksiz güldürmeyen üstelik size ders vermeye çalışan, sanki kimya laboratuvarında en aptala ders anlatır gibi ders anlatan reklamlar çekiliyor. İşin içine yaratıcılık hiç katılmıyor. Utanmasalar yoklama alıp, ödev verecekler :). ( O kadar ciddi bir reklamcılık türü)…..

Reklamcılıkta oysaki 3 şey “kurgu, müzik, görsellik” çok önemlidir. Vermek istediğiniz mesajın ancak bu şekilde ambalajını güzelleştirebilirsiniz. Teknosanın çektiği bu reklamda çok güzel bir kurgu, unutulmaz olmasa da bizden bir müzik var . Tebessüm ettiren tekrar tekrar izleyebileceğiniz bir reklam. (Reklamda süreklilik önemlidir.)

Sinemada unutulmaz filmlere bakın orada da aynı şeyi göreceksiniz. Godfather, Braveheart ya da Titanic bu 3 lemeyi başarıyla uygulamışlardır. Reklamcılıkta böyledir. Algida’nın ve Garanti’nin çektiği şu reklamlara bir bakalım:

Okumaya devam et