Türkçesi olmayan, ya da varsa bile benim bilmediğim, bir kavram Survivorship Bias. Genel olarak, insanların başarıya fazla odaklanarak, başarısızlığa uğratanları gözünden kaçırması ve sonucunda asıl meseleyi görememesi anlamına geliyor. Gazetelerde okuduğunuz haberlerden, izlediğiniz filmlere kadar düşünün, genellikle karşınıza çıkan karakterler başarılıdır ve hikaye içerisinde nasıl başarıya ulaştıkları anlatılır. Diğer yandan başarısızların ve onların nasıl başarısız oldukları pek anlatılmaz, anlatılsa bile, hep kaybeden anlamına gelen loserlık ile özdeşleştirilir, okuyucu ya da izleyicinin dikkatini pek çekmez. Devamında ise, okuduğu ya da izlediği hikayenin etkisinde kalan bireyler, kendilerini başarılı karakterlerle özdeşleştirir, başarılı karakterlerin yaptıklarını yaparak, kendilerinin de aynı şekilde başarılı olabileceğini düşünür. Oysaki bu insanlığın uzun yıllardır yaptığı ve yapmaya devam ettiği bir hatadır, tarihte de birçok örneği mevcuttur.
Survivorship Bias ile ilgili anlatılan iki üç tane çok temel tarihi hikaye var.
En çok bilineni II. Dünya Savaşı’nda hasar alan uçaklara yapılan zırh güçlendirmesi ile ilgili. Hasar alan uçakları inceleyen araştırmacılar, bu uçakların en çok zarar aldığı kısımların güçlendirilmesi gerektiğine karar veriyorlar. Ancak devamında, yapılan zırh güçlendirmesinin çok fazla bir etkisinin olmadığı, geri dönen uçak sayısında pek bir değişiklik görülmediği, uçakların da aynı yerden hasar almaya devam ettikleri görülüyor. Bu kısımda ortaya çıkan Abraham Wald adındaki matematikçi, yapılan araştırmanın zaten kurtulan uçaklar üzerinde yapıldığını, hasar alan bölgelerin uçakların düşmesine sebebiyet veremeyecek kadar güçlü olduğunu, asıl araştırılma yapılması gerekenin düşürülen ve dolayısıyla geri dönememiş uçaklar olduğunu, zırh güçlendirmesi yapılması gereken yerlerin de, kurtulan uçakların hiç zarar almamış bölgeleri olması gerektiğini savunuyor. Devamında uçaklara yapılan güçlendirmeler, yakıt deposu gibi, öncesinde geri dönen uçakların zarar almadığı kısımlara yapılıyor ve Abraham Wald’un haklı olduğu görülüyor.
Bir başka hikayede ise, I. Dünya Savaşı’nda, kask kullanımına geçildikten sonra kafasından yaralanan asker sayısının çok fazla arttığı görülüyor, dolayısıyla da kask takmanın gereksiz olduğu düşünülüyor. Ancak daha sonradan fark ediliyor ki, kask sebebiyle oluşan yaralanma sayısının artmasının sebebi, kask takan askerlerin ölümden kurtulmasından başka bir şey değil. Yine bu hikayenin emniyet kemeri versiyonu da mevcut. Trafik kazasından kurtulup hastaneye gelenlerin, hep emniyet kemeri taktığı görülüyor, dolayısıyla da emniyet kemerinin yaralanmaya sebebiyet verdiği algısı oluşuyor. Ancak gözden kaçırılan nokta, emniyet kemerini takmayanların zaten hastaneye gelmeden ölmüş olmaları.
Tüm bunlar aslında tek bir şeyi anlatıyor. Başarıya götüren şey, başarısızlığa götürenleri bilmekten geçiyor. En başta da belirttiğim gibi, en çok yapılan hata başarı hikayelerine verilen değerin, başarısızlık hikayelerine verilen değerden çok daha fazla olması. Bence bu noktada Beynimiz bizimle biraz oyun oynuyor. Çünkü beynin tatmin olma duygusuyla birlikte, kendi gördüğü ve duyduklarıyla oluşturduğu örneklemiyle bir yargı oluşturuyor ve en önemlisi bunu genelleyerek yapıyor olması. Örneğin bir kişi üniversiteyi bırakarak milyarder olduysa, siz de onun gibi üniversiteyi bırakıp, onun izlediği yolu takip ederek milyarder olacaksanız sanıyorsunuz. Beyniniz bu genellemeyi, size keyif vererek yapıyor….
Bir de şunu düşünün, Türkiye tarihi ile ilgili anlatılanların çoğu ne kadar harika olduğumuz üzerine. Tarih derslerinde anlatılanlar, eğer hala değişmediyse, Karlofça Antlaşması ile birlikte, övündüğümüz Osmanlı tarihi ile ilgili, eminim birçok kişi, II. Mehmed (Fatih), I. Selim (Yavuz) ve I. Süleyman (Kanuni) haricinde, bir tek son yıllarda artan popülerliği ile II. Abdülhamid’i ve de Cumhuriyet tarihi dolayısıyla VI. Mehmed’i (Vahdettin) tanıyor. Başarıları haricinde pek ilgilenmediğimiz Osmanlı’da, hangi hatalar yapıldı da çöküşe doğru yol aldı pek merak etmiyoruz. Tarih mi tekerrür eder, hatalar mı, pek sorgulamıyoruz!