Yeşil İrlanda (Eire)

Neredeyim ve nasılım? Ne çok soru var değil mi akıllarda…

İnsan en çok yoldayken büyüyor. Kendisini, özgürlüğünü, kimsenin kimseye ait olmayışını bir tek o zaman anlıyor. İnanın bana bu, biyolojik olarak bile böyle. Büyüme ve ritim (melatonin, hipofiz) hormonlarımız biz uyurken, çevremizde hiç kimsecikler yokken salgılanmaya başlıyor. Tıpkı evimizde yetiştirdiğimiz süs bitkileri gibi çiçeklerini geceleyin açıyorlar ve bizler de geceleyin büyüyoruz. Yalnızken ve tek başımızayken olgunlaşıyoruz…

Yeşil İRLANDA (EİRE)

Bence yaşadığımız yerin, sanatını, heykellerini, yemeklerini, şarkılarını, siyasetini ve daha nicesini anlamak için biraz da o ülkenin tarihini bilmek gerekiyor. İşte dünyanız tam da o zaman genişlemeye başlıyor. Sizde de öyle miydi bilmiyorum, çocukken, en köklü ya da en yüce medeniyet hep Osmanlı diye düşünüyordum. Efsaneler, gizemli olaylar vs. hep bizleri bir başka millete karşı önemliymiş gibi göstermedi mi? İlkokul 1. sınıfta ilk dünya atlası haritası ile karşılaştığımda Türkiye’yi bulamadığım da ve sonra bulup da bu kadar küçük olmasına pek bir anlam verememiş hatta üzülmüştüm. Sonra büyük atlas haritasına inanmayıp, eski ders kitaplarının arkasındaki Türkiye’nin siyasi haritasını babama gösterip “Ama bak biz burada kocamanız” dediğimi hatırlıyorum. Ne bileyim Osmanlıydı bu sonuçta…7 cihana hükmetmiş bir imparatorluk değil miydi, daha sonra Atatürk düşmanları denize dökmemiş miydi? Bir çocuğun gözünde nasıl bu kadar küçük olabilirdik ki… Galiba o an dünyam büyümüştü, çok da özel olmadığımızı ve bizim gibi nice büyük medeniyetlerin olduğunu o gün anlamıştım…

O nedenle gittiğim her ülkenin öncesinde biraz tarihini araştırıyorum. Biraz sıkıcı biliyorum ama inşallah okurken siz sıkılmazsınız. Bir an kendimi iğne yapan hemşire gibi hissettim. Okurken Acımayacak söz 🙂 Evett parmakları çıtlatalım ve biraz da bu medeniyetin tarihini konuşalım 🙂

Bugünkü İngiltere adasında, M.Ö yıllarda Kelt adında bir topluluk yaşarmış. Yani bugünkü İrlandalıların, İskoçyalıların ve de Galyalıların atası… M.S. 375 yılında tüm Avrupa’yı birbirine katacak bir hadise yaşanır. “Kavimler Göçü”… Bu göç tarihte o kadar etkili olmuştur ki: Bugünkü Avrupa devletlerini oluşturmuş, Roma İmparatorluğunu ikiye bölmüş ve İlk Çağı kapatıp, Orta Çağı başlatmıştır. “Cermenler”, “Normanlar”, “Gotlar”, “Franklar”, “AngloSaksonlar” dediğimiz kavimler batı Avrupa’ya yerleşmişlerdir. İçlerinden AngloSakonlar İngiltere adasının güneyine yerleşirler. Durum böyle olunca da Keltler kuzey ve bugünkü İrlanda bölgesine doğru göç etmek zorunda kalmışlar. Zaten İngiltere de ismini bu kabileden almıştır “Anglo of Land” (Eng of Land).  M.S. 400 yılına geldiğimizde Pagan inancı hâkimken, Aziz Patrick’in adaya gelmesiyle Hristanlığa geçerler. (İşte 17 Martta kutlanılan St. Patrick bu’dur…) MS 800 yıllarında Vikingler adayı işgal eder. Fakat adanın sadece güney taraflarını işgal ederler ardından çok uzun süre geçmeden de terk ederler (İşte Danimarka ile İrlanda arasındaki ezeli rekabet buradan gelir)… 11. Yüzyıla geldiğimizde bu sefer de İngiltere adasını Normanlar işgal eder. Normanlar bugünkü İskandinav ve Fransız toplumunu oluşturan kavim diyebiliriz. Anglosaksonlar ise Cermen asıllı bugünkü Almanlar’dır. İşte bu iki halkın birleşmesi, İngiltere’nin hem yönetimini hem de dilini değiştirmiştir. (Bugünkü İngilizcenin temeli o yıllarda atılmıştır). 14 yy gelindiğinde önemli bir olay daha olur, İngiltere kralı Roma Katolik kilisesinin siyasi baskılarından kurtulmak için Protestanlığı seçer… İngilizler, Galliler ve İskoçlar da bu sebeple Protestan olurlar. Ancak İrlandalılar, Katolik kilisesine bağlı kalmayı tercih ederek yüzyıllar boyunca sürecek mezhep çatışmalarının da temelini atmış olur. 16 yy İngiltere ve İskoçya birleşerek Büyük Britanya Birleşik krallığını kurarlar. İrlanda bu krallığın kolonisi olur ve tarım ülkesi haline dönüştürülür. 1845 yıllarında büyük bir kıtlık baş gösterir. Açlık yüzünden milyonlarca İrlandalı ABD ve diğer ülkelere göç etmek zorunda kalır. Nüfus bir anda, 8 milyondan 4,5 milyona düşer. Gaelce dilinin kullanımı azalır ve çoğunluk İngilizceyi ana dili olarak kullanmaya başlar. Bu büyük kıtlık döneminde İngiltere’den hiçbir yardım görmeyen İrlandalılar büyük dersler çıkarır ve İngiltere’ye karşı 1916’da İrlanda cumhuriyet ordusunu (IRA) kurarak, şehir gerilla savaşını başlatır. İngiltere Başbakanı David Lloyd, Kuzey ve Güney olmak üzere iki parlamento kurar, ipleri elinde tutmaya çalışır ancak Güney İrlanda parlamentosu İngilizlere ödün vermeyi kabul etmez ve 1921’de ada resmen ikiye bölünmüş olur. 1937’de de yeni anayasa ile devletin ismine “EİRE” adı verilir (Eski Kelt topluluğundaki adıdır). Yakın bir zamanda da (2005 yılında)  IRA silahını bıraktığını ilan eder.

Evet, çok kısacık tarihi brief bitti umarım acımamıştır 🙂

Etimolojik Olarak “Dublin”

Dublin kelimesi “Dub” + “linn” 2 Gaelic kelimesinden türemiştir, anlamı ise “Siyah” + “Havuz” manasına gelmektedir. Bir nevi bataklık denilebilir. Esasen şehir eski bir yerleşim yeri olmasına rağmen bugünkü Dublin 1600’lü yıllarda inşaa edilmiştir. Meşhur Liffey nehrinin kıyıları başta olmak üzere birçok kıyı şeridi o yıllarda ıslah edilmiştir… Bunlardan en meşhuru Temple bölgesidir. Tarihe göre bu bölgenin ıslah edilmesinde büyük rol oynayan Trinity College müdürü William Temple’mış. Şuan evinin olduğu mekân Meşhur Temple Bar’dır. Bölge adının da Temple olması nedeniyle cadde üzerinde hemen hemen her şey onun ismini almış diyebilirim: Temple Hotel, Temple Restoran, Temple eczane gibi… Bu zamana kadar bu yönüyle Dublin’e benzettiğim bir başka şehir ise Berlin’dir diyebilirim. Bildiğiniz üzere “Berl” kelimesi de bataklık anlamına geliyor ve belkide bu sebepten ki: Pembe Doğal gaz boru hatları şehrin altından değil, üstünden döşenmiştir 🙂 . O zamanki rehberin yalancısıyım 🙂

 Cafeler – Barlar

Burada İstanbul gibi her köşe başında karşılaşacağınız bir kafe, bistro yok onun yerine meşhur Irish Publar var. Dolayısıyla kahve içmek için bile insanlar Pub’ları tercih ediyorlar. Öncesinden uyarayım. Irish Coffee dedikleri kahveyi de viski ile birlikte karıştırıp ikram ediyorlar. Eğer alkol almıyorsanız Publarda hiç bir şey içmeyin derim. Sonra bu kahve beni niye çarptı dersiniz 🙂

Ülkenin en önemli ihracat ürünü hayvancılık, Guinness marka birası ve Jameson adında ünlü viskisi… Tabiii Guinness demişken meşhur Guinness Rekorlar kitabının, bu bira markası ile ilgisinin olduğunu da söylemem gerek… 1950’lerde insanlar Pub’larda içip-içip en iyi atıcı benim, en hızlı av kuşu şudur, yok budur diye kavga ederlermiş. Şirketin başındakiler de bunu bir ihtiyaç görüp, kitap haline getirip Pub’lara dağıtmışlar. İşte o gün bu gündür, oradaki kitaba ismimizi yazdırmaya çalışıyoruz 🙂

Sosyal Durumlar

İngilizleri bilmiyorum ama İrlandalılar baya cana yakın bir millet. Bisiklet sürerken, kaldırımda yürürken bile etkileşime geçmeniz çok kolay, sadece göz göze gelmeniz yeterli, hemen tebessüm ederek “Merhaba Günaydın” diyorlar… Bu durum biz de olsa herhalde “Hayırdır birader ya da birine mi benzettin kardeş” 🙂 diye karşılık veririz. Açıkçası bunu diğer Avrupa ülkelerinde pek görmedim diyebilirim. Gelelim İrlanda kızlarına :)… Birincisi kızıl falan değiller bence… Tamamen sarışınlar ve sanki belli bir grubu, aynı anneden çıkmış gibi birbirlerine çok benziyorlar… Hatta İrlanda’ya gelişimin 2. günün de sanki aynı insanları 2-3 defa görüyor gibiydim. Bir durak öncesinde otobüsten inen kızı, bir durak sonra tekrar binerken görünce insan kendi kendine “Truman Show mu bu!” ya da “Pardon ikiziniz önceki durakta indi” dedirtecek cinsten düşündürüyordu 🙂 Bu durumu tam çözemesem de tarihte buna benzer efsaneler de dolaşıyor. Evetttt İrlanda ile ilgili bilmeniz gereken bir başka şey ise Leprechaunlar… Diğer bir ifadeyle elf’ler de denilebilir. Rivayet o dur ki Keltler adaya gelmeden önce burada Leprechaunlar yaşarmış. Boyları kısa ve zengin bir toplulukmuş. Çoğu ayakkabı işiyle uğraşırmış. Keltler gelince de bu halk, altınlarını gömmüş ve kaybolmuş… O zamanın insanları bu küçük ve cüce insanları ara ara görürlermiş. Efsaneye göre de gökkuşağı çıktığında bu insanlar görünüverirmiş. Hatırlarsanız, çizgi filmlerde gökkuşağın sonunda elinde altın kesesiyle bekleyen Sakallı cüce adamlar olurdu… İşte onlar Leprechaunlar’mış… Sizi bilmiyorum ama arada sırada bana gözüken, birbirine benzeyen insanlar acaba Leprechaun mi diye düşünüyorum… “Heyyyy! Altınları nereye gömdünüz” diye arkalarından bağırasım geliyor… 🙂

Bu bölüm biraz tarihi ve magical olaylardan oluştu. Bir dahaki sefere İrlanda ve çevresinden bahsederim 😉

Sağlıkla kalın…

Gürkan
Dublin’18